Av. Mustafa Tırtır*
Bu çalışmamızda müdafilerin ya da vekillerin kollukta karşılaştıkları bazı sorunlar, karşılaşılan hukuka aykırı uygulamalar ele alınacak, bunlara çözüm önerileri sunulacaktır.
- Müdafiin kollukta karşılaştığı en önemli sorunlardan birisi müvekkili ile ilgili iddia konusu ile ilgili bilgi sahibi olamamasıdır.
CMK’nın 149/3. maddesinde “Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz” hükmü bulunmaktadır.
CMK’nın 153. Maddesinin birinci fıkrasında müdafiin soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebileceği, istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabileceği belirtilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında ise, müdafiin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, sulh ceza hâkiminin kararıyla bu yetkisinin kısıtlanabileceği belirtilmiştir. Maddenin üçüncü fıkrasında ise, yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adlî işlemlere ilişkin tutanakların kısıtlama kararının kapsamında olmadığını belirtmektedir.
Özetlemek gerekirse, soruşturmanın amacının tehlikeye düşmesi halinde cumhuriyet savcısının istemi ile sulh ceza hakimi Kısıtlama (Gizlilik) Kararı verebilecektir. Ancak bu kararın kapsamına şüphelinin ifadesi ve dosyada bulunan bilirkişi raporları girmemektedir.
Kısıtlama kararının verildiği dosyalarda genellikle müdafii avukat müvekkili ile ilgili iddiaları öğrenememekte, ona hukuki hizmet verememektedir.
Üstelik telefon konuşma dökümlerinden oluştuğu soruşturma dosyalarında, gözaltına alınan kişilere sadece suç söylenmekte, bu suçların içerisinde mutlaka örgütlü suçluluk ibaresi de yer almaktadır.
Gözaltına alınan, evi ya da işyeri aranan, dosyadaki Kısıtlama Kararı sebebiyle hakkındaki iddiayı öğrenemeyen, ancak bunun yanında isnat edilen suçun adı söylenen bir kişiye, ne kadar hukuki hizmet verilebilir ki?
Uygulamada sadece bir kez rastladığım bir husus bu durumu kısmen ortadan kaldırıcı nitelikteydi. Kısıtlama kararının olduğu bir dosyada iddianın ne olduğunu sormamız üzerine kolluk görevlisi bu durumu yazılı olarak bildirileceğini söylemiş ve gerçekten müvekkil hakkındaki iddialar yazılı olarak tarafımıza iletilmişti. Böyle bir uygulama dahi iddianın ne olduğunu öğrenmemiz açısından faydalıdır.
Müvekkil aslında kendisi ile ilgili iddiayı kısmen bilmesine, en kötü ihtimalle kendisi ile birlikte gözaltına alınan kişilere göre ne yaptığını tahmin etmesine rağmen, bütün bunları, avukatından da gizlemekte, avukatına güven(e)memektedir. İşte burada avukata düşen görev kapalı kutu olan müvekkilini önce kendisi ile konuşmaya ikna etmektir. Müdafii avukat, müvekkiline gözaltına alınan kişilerle olan irtibatını sormalıdır.
Bunun yanında CMK’nın soruşturmanın amacını nasıl tehlikeye düşeceği hususu sorgulanmalı, Kısıtlama Kararı’na itiraz edilmelidir.
Bilindiği üzere İddianame’nin kabulü ile Kısıtlama Kararı kalkmakta, dosya aleniyet kazanmaktadır. Şüphelinin ifadesinin alınmasından İddianame’nin kabulüne kadar Kısıtlama Kararı tıpkı tutuklama kararında olduğu gibi birer aylık sürelerle değerlendirilmeli, soruşturmanın amacı tehlikeye düşmeyecekse kısıtlama kararı kaldırılmalıdır.
Gerçekten şüphelilerin ifadesinin alınması tamamlandıktan sonra kısıtlama kararı kaldırılmalı, müdafii avukatın kapsamlı bir savunma dilekçesi vermesinin önü açılmalıdır. Bu durum bazı şüpheliler hakkında dava açılmamasına da sebebiyet verebilir.
Bu durum usul ekonomisi açısından faydalı olacak, mahkemelerdeki iş yükünün azalmasına sağlayacaktır.
Kanaatimizce bir şüphelinin hakkındaki suçlamayı, ifadesinin alınmasına rağmen öğrenememesi, dosyadaki evrakı alamaması Anayasa’mızın 36. Maddesine ve AİHS’nin Adil Yargılanma Hakkı’na aykırılık teşkil etmektedir.
Bu sebeple kanaatimizce CMK’nın 153/2. maddesindeki Kısıtlama Kararı’nın yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Kısıtlama Kararı, cumhuriyet savcısının talebi ile hemen hemen her olayda verilmektedir. Bu kararın savunma hakkını kısıtlaması sebebiyle, hem gerekçeli olması ve hem de soruşturmanın amacının hangi hallerde tehlikeye düşeceği somut olarak ortaya konmalıdır.
- Müdafii avukat, bilhassa şüpheli sayısının fazla olduğu, kısıtlama kararı bulunan dosyalarda beyanda bulunamamaktadır.
Kısıtlama Kararı’nın olduğu dosyalarda ifade alan kolluk görevlileri müdafii avukata söz vermemekte, onun beyanını zapta geçirmemekte, avukat adeta “zabıt mümzi” ya da “cansız manken” konumuna sokulmaya çalışılmaktadır.
İfade alan kolluk görevlisi ifadesini aldığı kişiye, ifade alma sırasında avukatına bakması, avukatının ifadeye müdahale etmesi halinde bu durumu zapta geçireceği hususunu beyan etmekte, zaten tedirgin olan şüpheliyi tamamen korkutmaktadır. Bu durumda şüpheli zaman zaman sorulara çok farklı cevaplar vermektedir. Avukat yönlendirme amaçlı beyanda bulunmasa, sadece bir açıklama yapsa bile, kolluk görevlileri bu duruma sert bir tepki gösterilmektedir.
İfadenin tamamlanmasından sonra müdafii avukatın hiçbir beyanı alınmamakta, adeta zabıt mümzi gibi davranılmaktadır. Cumhuriyet savcılığında ya da mahkeme nezdinde ifadenin alınmasından sonra müdafii avukat beyanda bulunuyorsa, şüphelinin kolluk görevlilerine ifade verdikten sonra da beyanda bulunmalıdır.
Bu durumda şüphelinin kollukta ifade vermesi sırasında avukat müvekkilinin yanında bulunması ile bulunmaması arasında kanaatimizce fark bulunmamaktadır. Bu durumun önüne geçilmeli, yönlendirme amaçlı müdahele hariç avukata da “söz” verilmelidir.
- Kolluk görevlileri Cumhuriyet savcısının yerine geçmekte, şüpheliye sorular yöneltmekte, bazı cevapları koyu ya da büyük harflerle yazmakta, suç teşkil etmeyen genel konuşmaları suç olarak değerlendirmektedir.
İfade almakla görevlendirilen kolluk görevlileri, cumhuriyet savcısı gibi hareket etmektedirler. Örneğin suç teşkil etmeyen telefon çözümleri şüpheliye sorulmakta, ondan cevap alınmaya çalışılmaktadır.
Bunun yanında kendisi dışındaki ikinci ya da üçüncü kişilerin konuşmaları sorulmakta, ondan yorum yapması istenmektedir. Halbuki kendisi dışında iki kişinin yaptığı telefon konuşmasının başkasına sorarak bundan elde edilecek delil hukuka aykırı olacaktır. Bu sebeple şüphelinin kendisi dışındaki konuşmaları sorulmamalıdır. Bu sorunun sorulmaması gerektiği hususu ile ilgili uyarılar kolluk tarafından tepki ile karşılanmaktadır. Bu sebeple müdafii ifadeye girmeden önce bu tür sorulara cevap verilmemesi gerektiğini müvekkiline belirtmelidir.
Kolluk zaman zaman suç teşkil etmeyen telefon çözümlerini okumakta, bu durum şüpheliyi yormakta, onun mukavemetini zayıflatmaktadır. Zaman zaman soruların ve cevapların bulunduğu ifade tutanağı 100 sayfayı geçmektedir.
Kolluk zaman zaman bazı cevapları koyu ve büyük harflerle yazmakta, bazılarını kendine göre küçük harflerle yazmaktadır.
Özetle hangi şüpheliye hangi suçun isnat edildiği, hangi soruların sorulacağına kolluk karar vermemeli, soruşturmayı yürüten cumhuriyet savcısı tarafından belirlenmelidir. Kolluk, cumhuriyet savcısının yazılı talimatı ile hareket etmeli, hangi şüpheliyi hangi fiilleri ile itham edeceğini kendisi belirlememelidir.
- Kolluk, arama, gözaltına alma gibi koruma tedbirleri yerine getirilerken CMK’da yer alan hükümlere aykırı hareket etmektedir.
Bilindiği üzere soruşturma aşamasında delillerin karartılmaması amacıyla arama elkoyma, gözaltına alma ve tutuklama gibi koruma tedbirlerine müracaat edilebilmektedir.
Ancak bazı durumlarda CMK’da yer alan hükümlere aykırı davranılmaktadır. Örneğin CMK’nın 119/4. maddesinde cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur” hükmü yer almaktadır. Yine 119. Maddenin 5. Fıkrasında askerî mahallerde yapılacak arama, hâkim veya Cumhuriyet savcısının istem ve katılımıyla askerî makamlar tarafından yerine getirilir hükmü yer almaktadır.
Ancak zaman zaman bu hükme aykırı davranılarak o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişinin alınmadığı aramalar yapılmakta, buna dayanılarak mahkumiyet kararı verilmektedir. Daha kötüsü ise, sırf usule uyulmaması gerekçe gösterilerek bu kararlar, Yargıtay tarafından onanmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 26.06.2007 tarih ve 7-147/159 sayılı kararında, 1412 sayılı CMUK’a dayanılarak yapılan aramada, sanıktan herhangi bir itiraz gelmediği, sırf aramada bulunmaması gereken kişilerin orada bulunmaması sebebiyle elde edilen delillerin hukuka aykırılığından bahsedilerek sanık hakkında Beraat Kararı verilmemesi gerektiği belirtilmiştir[1].
Doktrinde Şen, ceza yargılamasında delil toplamaya ilişkin usul ve esaslar “süs olmaları için” değil, adli makamlar tarafından uyulmaları için konulduğunu belirtmiştir. Suç işleme ithamı altında bulunulsa bile, bu sırada iş ve işlemleri yürüten adli makamların hukuka uygun davranmaları gerektiğini ifade eden Şen, hukuka aykırı bir delili sonradan hukuka uygun hale getirmeye veya bu noktadaki hukuka aykırılığı görmezden gelmeye çalışmanın son derece hatalı olduğunu belirtmiştir[2].
Bu durumda kolluk görevlilerinin CMK’da yer alan hükümleri dikkate alıp almadığı, bu hükümlere uyulup uyulmadığı da dikkate alınmalıdır.
Yine uygulamada sıklıkla yapılan hatalardan birisi de CMK’nın 134. maddesindeki Bilgisayarlarda, Bilgisayar Programlarında ve Kütüklerinde Arama, Kopyalama ve Elkoyma başlıklı maddenin 4. Fıkrası gereğince bilgisayar kütüklerinde yapılan arama ve elkoyma işlemi sırasında İstemesi halinde, bu yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır hükmü yer almaktadır.
Ancak uygulamada bilgisayar alınmakta, özel bilgileri ve resimleri de bu kapsamda incelenmekte, yedekleme ise daha sonra yapılmaktadır. Bu durum zaten zan altında olan bir kişiyi tedirgin etmekte, ilgilileri de şüphe altında bırakmaktadır. Bu sebeple kopyalama işlemi bilgisayar alınmadan aramanın yapıldığı yerde yapılmalıdır.
- Kolluk zaman zaman ifade alıp mevcutlu olarak şüpheliyi adliyeye götürdükten sonra soruşturmayı yürüten cumhuriyet savcısının odasına girmekte ve adeta fiilin kim ya da kimler tarafından işlendiği hususunda görüş beyan etmektedir.
Bilhassa şüpheli sayısının fazla olduğu dosyalarda, ifadelerin alındıktan ve fezleke düzenlendikten sonra, şüphelilerle birlikte soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısına teslim edilmektedir. Ancak bundan sonra kolluk görevlileri cumhuriyet savcısının odasına girerek saatlerce orada kalmaktadır. Şüphelinin bulunmadığı bir sırada hangi soruların sorulacağı cumhuriyet savcısına iletilmektedir.
Hatta şüphelilerin ifadesinin alınması sırasında kolluk görevlileri, cumhuriyet savcısının ne tür soruları soracağını da söylemeye çalışmaktadır.
Bunun yanında kolluk görevlileri şüphelilerin ifadesinin alınmasından sonra dahi yine cumhuriyet savcısının odasına girerek orada dakikalarca kalmaktadır. Bundan sonra kimlerin tutuklamaya sevkedileceği belirlenmektedir. Yani kolluk görevlileri kimlerin tutuklamaya sevkedileceği hususunda da görüş bildirebilmektedir.
Sonuç olarak suçu ve suçluyu tespit etme amacında olan kolluk görevlileri zaman zaman CMK’da yer alan hükümlere aykırı davranmakta, bu sebeple hukuka aykırı deliller elde edilmektedir. Bu delillerse hükme esas alınmamaktadır. Müdafii avukatlar en çık kısıtlama kararı ve bu kararın uygulanması ile ilgili görevlerini tam anlamıyla yapamamaktadırlar. Kolluk görevlileri her fiili ve önlerine gelen her şüpheliye karşı önyargı ile yaklaştığı için yasadan kaynaklanan hak ve özgürlükler çeşitli gerekçelerle engellenmektedir. Bu sebeple daha çok adli işlemlerde görevlendirilen kolluğun diğer kolluk görevlilerinden farklı bir eğitime tabi tutulmalıdır.
* Avukat, İstanbul Barosu
[1] Necati Meran, Adli ve Önleme Amaçlı İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı Teknik Takip, Ankara 2009., s. 65;
[2] Ersan Şen, Türk Hukuku’nda Telefon Dinleme Gizli Soruşturmacı X Muhbir, Ankara 2010. s. 52.